Çocuklar loş sokaklarda hafif ıslak zeminlerde koşturuyor. Yürümeye çıkanlar, köpeği ile hem dertleşip hem egzersiz yapanlar, eyvah geç kaldık stresi içinde bir yere yetişemeye çalışan arkadaş grupları göze çarpıyor.
Ben de Sevgili Murat’ın davetlisi olarak Ata sahneye sahnedekileri seyretmeye gidiyorum. Seyirciyim. Herhangi bir heyecanım yok. İftar sonrası güzel bir etkinlik olacak. Her hafta tiyatroya, sinemaya, konsere gittiğimiz mi var. Beleş etkinlik. Selamın kıymeti yok, hüküm manasız. Aramayla bulamazsın bu günlerde. İstersen bileti alırken bağış kutusuna atıveriyorsun gönlünden kopanı. Gönül o gün alma modundaysa vermiyorsun haliyle. Daha ne olsun.
Samsun Barosu Avukatlarından oluşan amatör ruhlu tiyatro oyuncuları Melih Cevdet Anday’ın “Yarın başka koruda” isimli oyununu sahneye koyuyorlar. Girişte moderniteyi maksimize etmiş kişiler karşılıyor gelenleri. Amaçları geleni karşılamak değil, durdukları yer o mesajı veriyor sadece yoksa sigara, çay ve muhabbet temalı bir soluklanma kapı ağzında. Kahkaha ve gülümseyen yüzler bir dostun bir meslektaşın bir tanıdığın rastlantısal memnuniyetini yayıyor etrafa enerji olarak. İçeride daha orta yaş grubu konuşlanmış. Hemen girişte Erdoğan Abiyi görüyorum. İki laf edip, beleş biletimi almak için masaya ilerliyorum ortalık kalabalık, iğne atarsan yere düşüyor zira boşluklar var insanlar arasında. Kantinden 10 liraya asker çayımı alıyorum. Derken Bafra’dan oyuna gelmiş arkadaşlarım ile bizde bir nefes almaya çıkıyoruz. Saat 20.30 kimileri dışarıda, kimileri sırada. Hani tiyatroda her şeyin zamanında başlaması önemliydi. İlk kural girişteki çöpe atılıyor. İftar sonrası canım olur o kadar demeyin. İlk kuralı çöpe atan sonrakileri de poşete koymaya başlar.
Oyun başlıyor; sahne, oturma düzeni, ışık şahane. Güzel bir gece olacak…
Murat kadar heyecanlı olamam tabii ki fakat sevinçli bir telaş içindeyim. Ya bi aksilik çıkarsa, replikler unutulursa mesela, “yaaa her şeyi mahvettim” diye acemi bir oyuncu salı verirse birden tüm sinir siteminin zembereğini orta yere diye olumsuz olumsuz tuhaf duygular içindeyken, aniden ışıklar sönünce bir çocuk çığlığı patlayı verdi arka taraftan. Anne mahirliğini gösterip cep telefonunu çocuğa vererek derin uyku meditasyonu kartını kullandı ve sessizliği sağladı.
Biz oyunculardan acemilik beklerken zemberek 10 dakika içinde seyircide patladı. Yahu bir hiperaktivite var bizim toplumda. Sürekli kıpraşıyor. Hiç bir konuya konsantre olamıyor. Her şeyden sıkılıyor. Evvela arka saflardan, cumanın farzı bitince hemen kaçarım havasında olanlar sessiz modda adımlarını kullanarak çıkmaya başladılar. Olabilir, tuvalet, belki makyaj ne alakaysa veya ani bir telefon diyoruz ya öyle değil. Bir çıkış bu. Dinlememe çıkışı, anlamama kaçışı, zorlamama sıvışması. Arka tarafı orta, ortayı önler takip etmeye başladı. Bu da bir koyun refleksi. Hadi kalk, biz de gidelim. Niye ? İşte gidenler var, kalk kalk.
Sessizlik, oyuna odaklanma, görgü kuralları ve saygı hak getire. Kim kaybetmiş ki biz bulalım.
Gelme kardeşim.
Gelme bacım.
Çok kolay, gelme. Gelirsen kurala uyacaksın. Uyamıyorsan gelmeyeceksin. Eğer sıkıldıysan, sıkıldığın yerde ki orası bir tiyatro ise oturmayı bileceksin. Çoğunluğunu avukatların oluşturduğunu düşündüğüm ama kati olarak bilemediğim bu grup sınıfta kaldı. Hani hepimiz kurallara uyunca her şey daha güzel olacaktı. Olmuyor, olamıyor.
Oyuncuların hali nice oldu onu da merak edemedim millete takmaktan. Melih Cevdet bir Araf’a düşmüş insanları mı anlatıyor, herkes ölü mü yoksa, ormandaki ağaçlar insan, bekçi devlet mi, aynı insanların üç farklı dönemini mi anlatıyor yazar oyunda diye düşünemeden, sürekli oyundan zamansız çıkış yapan “seyirsiz zümreye” ayar oldum ve gerildim.
Ne yaparsan yap beleş yapmayacaksın bir işi. Kıymet ve para ilişkisi önemlidir bizde. Kıymet vermediğimize zaman ayırmayız. Oysa üst kalite bir oyun çıkaran ve beni oldukça şaşırtan bu gönüllü tiyatrocu arkadaşlarım sadece geçen bir zamanı değil kuvvetli bir alkışı da hak ediyorlardı.