UEFA. Uzun açılımıyla Union of European Football Associations. Yani Avrupa Futbol Federasyonları Birliği. UEFA Avrupa futbolunun çatı kuruluşu. Bünyesinde 55 ülkenin futbol federasyonları yer alıyor.
Avrupa futbolunun patronu, erkekler ve kadınlarda, yetişkin ve alt yaş gruplarında, kulüpler ve milli takımlar düzeyinde dev organizasyonları yönetiyor.
Bu organizasyonların en büyükleri ise kulüplerde Champions League yani Şampiyonlar Ligi. Milli takımlar düzeyinde ise European Championship yani Avrupa Şampiyonası.
Bu yıl 17’ncisi düzenlenen şampiyonaya Almanya ev sahipliği yapıyor. 24 takımlı turnuvanın grup maçları tamamlandı ve 8 takım elenerek evine döndü. 16 takım ise yoluna devam ediyor. Bu takımlardan biri de bizim çocuklar.
Millilerimizin Portekiz maçını yerinde takip etmiş turnuvaya dair gözlemlerimin birinci bölümünü kaleme almış ve sizlerle paylaşmıştım. İkinci bölümde de ‘ideal maç günü nasıl planlanır ve nasıl yönetilir?’ konusunu ele alacağımı ifade etmiştim.
İşte bu yazı o yazıdır.
Futbol, bir takım sporu ama daha ötesinde bir oyun. Oyunun da bir ruhu, felsefesi, kültürü var hani bizde olmayan, olmasına pek de müsaade edilmeyen. Bu büyülü oyun, büyük kitleleri peşine takıyor ve sürüklüyor.
UEFA’nın şampiyonanın pazarlanması için tasarladığı iletişim materyallerini incelediğimizde bir kavram gözümüze çarpıyor: EURO 2024 FESTİVAL. Almanya’nın havaalanlarından tren istasyonlarına, alışveriş merkezlerinden cadde ve sokaklarına, spor tesislerine varıncaya kadar her tarafı bu logoyla kaplı.
Oyunun ruhuyla eşleşen festival kavramı saha operasyonuna da yansımış. UEFA ve şampiyonanın ev sahibi Almanya dersini çok iyi çalışmış. Hiçbir şey havada bırakılmamış. Maçların oynandığı kentler oyunun coşkusunu, heyecanını yansıtacak şekilde hazırlanmış.
Hem şehir merkezlerinde hem stadyum alanlarında öğle saatlerinden itibaren hizmet veren fan zone alanları oluşturulmuş. Herkes burada. Alanda dj performansı eşliğinde müzik dinleyebiliyor, dans edebiliyorsunuz. Ödüllü yarışmalara katılabiliyor, oyun oynayabiliyorsunuz. Karnınız açsa yemek yiyebiliyor ve bir şeyler içebiliyorsunuz.
Kavga yok, gürültü yok, birbirini rahatsız eden yok.
Eden varsa da kendisini adeta saklayan güvenlik güçleri bir anda ortaya çıkıyor ve hemen müdahale ederek olayı önlüyor.
Kafeler, restoranlar tıka basa dolu. Alışveriş yapılabilen mağazalarda iğne atsanız yere düşmüyor. Bizim lig maçlarında uygulanan deplasman seyircisini şehre sokmayalım, şehrin dışında cezalandırırcasına bekletelim, aç ve susuz bırakalım anlayışı hiç yok.
Gün boyu Türk ve Portekiz seyirciler arasında alkol çok tüketilmesine karşın en ufak bir olay bile olmadı.
Festival böyle planlandığı için de düzenleyici ülkeler, ev sahibi kentler büyük bir ekonomik gelir elde ediyor.
Kentler maçları izlemeye gelen taraftarlar sebebiyle aşırı kalabalık. Her yer insan topluluklarıyla dolu. Bu kalabalıkların çıkardığı bir gürültü var. Ancak yerel halk bu duruma müsamahalı ve anlayışlı davranıyor. Herkesin yüzünde bir tebessüm ve yardımcı olma isteği.
Gündüz saatlerinde kent içi böyle peki ya stadyum çevresi. Oraya da bir göz atalım mı?
Türkiye-Portekiz maçının oynandığı Dortmund Stadı ve etrafı üzerinden anlatayım. Stadın fiziki alanının müsaade ettiği ölçüde her tarafından 500 metre dışına bir kontrol alanı oluşturulmuş. Bu kontrol alanında öncelikle gönüllülerle karşılaşıyorsunuz. Gönüllüler el terminalleri yardımıyla sizin bilet kontrolünüzü yapıyor.
Bileti olmayanlar buradan geçemiyor, biletiniz onaylandığı anda özel güvenlik tarafından üst aramanız yapılıyor ve alana geçiş yapıyorsunuz.
Lütfen dikkat! Üzeriniz bir defa aranıyor ve o aramada bu noktada yapılıyor.
Bu ara alanda lisanslı ürün satışı yapan portatif mağazalar bulunuyor. Yine fan zone alanı yer alıyor. Bu alanda maça kadar vakit geçirebiliyorsunuz. Maça girmeye karar verdiniz içeriye girmeniz neredeyse 5 dakika. Gireceğiniz kapının yaklaşık 50 metre dışına kurulmuş dijital kontrol noktalarında biletinizi okutuyorsunuz. Hepsi bu.
İkili diyalog yok! Kimlik sormak yok! Turnike yok! Üst araması yok! Ayakkabı çıkarmak hiç yok!
Gönüllüler tarafından yapılan yönlendirmelerle tribününüze doğru gidiyorsunuz.
Bütün bu rahatlık içinde asla izin verilmeyen bir kural ise şu: Biletinizdeki koltuktan başka bir koltuğa asla oturamazsınız. Buna müsamaha gösterilmiyor. Zaten kimse de teşebbüste bulunmuyor.
Bir de yanınızdaki, etrafınızdakileri rahatsız etmeniz halinde anında müdahale ediliyor.
Peki ya stattan çıkış. 62 bin kişinin stadı boşaltma süresi 10 dakika. Turnike olmadığı için çıkış çok kolay. Stat dışında ise hemen trene binerek 5 dakika içinde kent merkezine ulaşabiliyorsunuz. Yürüyerek ise 30 dakika içinde merkeze gelebiliyorsunuz.
Bu kadar detayı şunun için anlattım.
Futbol ekosisteminden herkes para kazanıyor. Kulüpler, antrenörler, futbolcular, diğer profesyoneller, güvenlik görevlileri, gazeteciler, gündelik çalışanlar. Sadece bir grup para harcıyor. Oyunun velinimeti olan seyirciler yani taraftarlar yani müşteriler.
Peki ülkemizde müşteriye yeterli saygı gösteriliyor mu? Üzülerek söylüyorum ki hayır.
Şimdi gelelim Samsun’a!
Stadyuma ulaşımı toplu taşıma üzerinden yapsak nasıl olur? Bunun için belirli saatlerde tren sefer saatlerini sıklaştırmak mümkün olamaz mı? Maça 1 saat kala ve maçtan hemen sonra ekspres otobüs seferleri konulamaz mı?
Stadyumun içinde yeme-içme alanlarını artırsak ve satışa sunulan ürünleri çeşitlendirsek nasıl olur?
Peki tuvaletleri daha temiz tutamaz mıyız? İbadet alanlarını ihtiyacı karşılaşacak şekilde hazırlayamaz mıyız?
Müşterilerle daha doğru iletişim kurulamaz mı? Saygı çerçevesinde üst perdeden konuşmadan herkese ama herkese potansiyel suçlu muamelesi yapmadan süreç yönetilemez mi?
Sürekli ‘olay çıkacak’ paranoyasından kurtulmak mümkün değil mi? Her tarafı bariyerlemek, her tarafı çitlerle çevirmek ne kadar doğru? Hele sadece ve sadece Samsun’da gördüğüm çitleri yeşil çim görünümlü materyallerle kaplamak hiç hoş bir davranış değil. Buna bir son verilemez mi?
Maç günü operasyonu sadece güvenlik bürokrasisine bırakılamaz. Bırakılmamalıdır da. Bu işin iletişim boyutu var, pazarlama boyutu var, satış boyutu var.
Bu alanları ıskalarsanız maç günü geliri elde edemezsiniz.
Burada, kentimiz Samsun’da herkesin koşarak geldiği, suratını asmadan gülerek maç izlediği, gerilmeden, kavga etmeden oyunun keyfine vardığı bir ortam oluşturabiliriz.
Samsunspor maçlarını bir festival ortamına çevirmek mümkün. Sizce de mümkün değil mi?