Kelimenin kendisi bile itici gelmeye başladı. Gündüz bir yere kadar, nereye kadar bilmiyorum ama gece zıkkımın köküne kadar sıcak.
Dün gece sana bir tepeden baktım aziz Atakum diyecek halim yok. O derece sıcak. Atakum tepeden bakınca bir beton yığını zaten azizliği mi kalmış, sanki binaların arasında dolaşan dev bir alev topu aniden yukarı çıkıyor ve tüm sıcaklığını kentin üstüne kusuyor.
Pelteleşmiş suratlar, negatif ruh hali ile birleşince Azizler ve Azize’ler avizeler gibi sallanıyor caddelerde.
Sonradan planlamış bir modern mimari mıntıkası olarak övündüğümüz Atakum, modernliği içinde mimarisi sıcaktan erimiş vaziyette.
Samsun’un her yeri yeşil burası da beyaz kalsın diye ortaya çıkmış bir “parlak” fikrin sonucu mudur nedir bilinmez, kentin içi ağaçsız, yeşil alansız ve çıplak. Planlamanın nasıl plansız yapılacağının bir numunesi.
Kent kavramının içinde dar alanda yoğun nüfus yerleşimi tanımı var. Oysa Atakum bir sanayi, ticaret ve finans merkezi değil. Bir yaşam ve konut alanı. Bu alanı yaşanabilir kılmak da yaşayanların sorumluluğu altında. Nasıl beceremedik?
Denizden başlayarak yukarı doğru yükselen, geniş alanlara yayılmış yatay bir mimari bugünkü sıcaklıkları derece olarak azaltamazdı belki ama hissedilen kavurucu hali bir nebze azaltabilirdi sanki.
Çok sevdiğim bir Mimar arkadaşım, beton etkisinden bahsetti. Güneşin yansıyan ışığının betondan sıçrayıp kenti ısıttığını büyük yeşil alanların, geniş gövdeli ağaçların tüm iklimi değiştireceğini söyledi. Kişi başı 10 mekrekare olması gereken yeşil alanın Atakum’da 0,36 metrekare olması yaşadığımız pişmiş tavuk sendromunun bir nedeni…
Olmuşa çare yok.
Olacağa çözüm aramak ve modern yaşama akıl ile dokunmak kolay. Yeter ki bakış açımızı değiştirelim ve bunun için çaba sarf edelim.
Yoksa, kıyameti görmeden yanacağız bu gidişle…