Eskiden insanlar doğal felaketleri, Allah’ın bir imtihanı ya da doğanın kaçınılmaz bir döngüsü olarak görürdü.
Bilgiye erişimin sınırlı olduğu dönemlerde, insanlar afetlerin bilimsel açıklamalarına sahip olmasa da bu olayları kabul ederek hayatlarına devam ederdi. Ancak günümüzde teknoloji gelişti, bilgiye ulaşmak kolaylaştı ama ilginç bir şekilde, panik ve korku da bir o kadar arttı.
Deprem olur, panik. Kar yağar, panik. Rüzgâr eser, panik. Hastalık yayılır, panik. Zam gelir, panik. Çocuğumuzun geleceği ne olacak diye düşünürüz, panik. Savaş ihtimali çıkar, panik. İnsanlar her geçen gün daha fazla korkutuluyor, kaygılandırılıyor ve psikolojik olarak baskı altına alınıyor. Peki, bu bir tesadüf mü, yoksa birileri bundan fayda mı sağlıyor?
Korkunun Ekonomisi ve Siyaseti
Kapitalizmin temel kuralı nedir? Tüketim. İnsanların sürekli bir şeyler satın almasını sağlamak, ekonomiyi döndürmek için en önemli unsurdur. Ancak tüketimi artırmanın yollarından biri de insanları sürekli endişeli ve tatminsiz bırakmaktır. Kaygılı bir insan geleceğinden korkar, kendini güvende hissetmez ve bu güvensizlik içinde daha çok harcama yapar. Bir sigorta şirketi, "yarın başınıza ne geleceğini bilemezsiniz" diyerek poliçelerini satar. Bir kozmetik firması, "güzel değilsin" algısı yaratarak ürünlerini pazarlar. Teknoloji firmaları, "yeni model çıktı, eski telefonun artık işe yaramaz" diyerek insanları tüketmeye zorlar.
Siyaset de bu korku düzeninin en büyük aktörlerinden biridir. Korku, toplumları yönetmenin en etkili yoludur. İnsanlar panik halindeyken düşünemez, sorgulamaz, sadece hayatta kalmaya odaklanır. İşte tam da bu noktada, büyük güçler devreye girer. Krizlerden beslenirler, kaosu yöneterek insanları yönlendirirler. "Dış güçler saldırıyor!" denir, insanlar birlik olmaya çağrılır. "Ekonomik kriz kapıda!" denir, halkın dikkatini başka yere çekmek için yeni gündemler yaratılır. Savaş söylemleriyle, topluma korku aşılanır ve insanlar hayatta kalmak için otoriteye daha fazla bağlanır.
Bilgi Çağında Cehaletin Yükselişi
Gelişen teknolojiye rağmen, cehalet azalmıyor; tam aksine, kontrol edilebilir bir cehalet yaratılıyor. Bilgiye ulaşmak kolaylaştı, ama doğru bilgiye ulaşmak zorlaştı. Medyanın büyük bir kısmı, manipülatif haberlerle toplumu şekillendiriyor. Bilimsel gerçekler yerine sansasyonel haberler öne çıkarılıyor. Eğitim sistemleri, sorgulamayan bireyler yetiştirmek için adeta yeniden dizayn ediliyor.
Eğitimsiz bir toplum, korkulara daha kolay teslim olur. Bilinçli bireyler sorgular, çözüm arar; bilinçsiz bireyler ise sadece panik yapar. Bugün bir deprem olduğunda insanlar bilimsel olarak önlemler konuşmak yerine "Bu bir ceza mı?" tartışmasına giriyorsa, toplumun bilgi eksikliğinin nasıl bir felakete dönüştüğünü görmek zor değil.
Geleceği Kurtarmanın Yolu: Bilinçli Bir Toplum
Bu düzen değişebilir mi? Evet. Ama bunun için insanların farkında olması, panik yerine bilinçle hareket etmesi gerekiyor. Öncelikle sorgulayan, araştıran bireyler yetiştirmek şart. Eğitim sistemini güçlendirmek, bilimsel düşünceyi yaygınlaştırmak, manipülasyona karşı dirençli bir toplum oluşturmak zorundayız.
Bireysel olarak da şunları yapabiliriz:
Panik yerine bilinç: Medyanın yarattığı korku atmosferine kapılmadan, her bilgiyi sorgulamalıyız.
Tüketim çılgınlığına dur demek: Bize sürekli ihtiyaç yaratmaya çalışan sistemin oyununa gelmemeliyiz.
Bağımsız düşünmek: Sadece tek bir kaynaktan değil, farklı bakış açılarını değerlendirmek önemli.
Toplumsal dayanışma: Kaygılar bireysel olarak daha ağır gelir, ancak toplumsal dayanışma ile bu yük hafifletilebilir.
Sonuç olarak, bugünün dünyasında korku yönetimi en büyük silahlardan biri haline geldi. Ama bizler bu oyunu görmek ve ona karşı bilinçli bir duruş sergilemek zorundayız. Çünkü panikle yönetilen bir toplum, geleceğini başkalarının ellerine bırakmış demektir. Oysa geleceği şekillendirmek bizim elimizde.