Atakum Türkiş'te anayol kenarında bulunan lokantaya girdi. Şöyle bir etrafa göz gezdirdi. Lokanta seyrekti. Saat akşam üzeri, hava karardı kararacak. Ama karanlık değil.

Kara bir şalı var üzerinde. Boyu kısa olduğu için şal olması gerekenden daha aşağıda. Saçlar yaptırılmış makyaj yok. 55 in üzerinde. Şalını omzuna doğru hızlı bir refleksle toparladı ve güler yüzlü şef garsona gülerek Naber? dedi.

Şef uzun boylu, kel, beyaz gömlek, siyah pantolonlu. Cep telefonu dikkat çekiyor. Hala kemere bağlı tuhaf taşıyıcı kılıftan kopamamış ve görüntülü olanını oraya sığdırmış. Her garsonda görmediğimiz tek taş stud küpesi sol kulağında.

Belli ki tanıyorlar birbirlerini daha önceden. Sığ bir samimiyet gözlendi. Ablası, yeğeni ve eşi peşinden lokantaya girdiler. Ana caddeye bakan ana masaya yaklaştılar. Girişte bir kalabalık beklendi. Etrafa mağrur gözlerle bakıldı. Seyreklik beklentiyi karşılamadı. Sesli konuşma alışkanlıkları her yerde olduğundan özel bilgilerin duyulması endişe edilmeyen bir durumdu.

Grup masaya yaklaşınca Şallı abla birden "Nayyynnn" dedi. Seyrek masalardan seyrek bakışlı insanlar ürktüler ne oldu diye. Ana masanın köşesinde duran çiçek vazosuna verilen tepkiyi anlayınca ürkeklikleri dağıldı.

Aaaa dedim Almancı. Nayyy’nı duyan küpeli garson "Almanya’dan mısınız?" diye sorunca kadın "yok Zürih'ten" dedi. Garson "aaa benim ablamda Cenevre'de yaşıyor, yazar orada." deyince kadın Almanca yüksek sesle tanımlayamadığım bir şaşırma ifadesi daha kullanarak "benim kızım Cenevre'de hemşire mutlaka tanışıyorlardır" dedi. Tüm bunları etrafa bakarak, yüksek perdeden ve güler yüzle yaptığına şahit oluyordum.

Cenevre Zürih arasında bağlantı kurma çalışmaları sırasında garson telefonundan görüntülü olarak Cenevre'deki yazar ablasını aradı. İlk aramada ulaşamadı. Bu esnada lokantanın diğer garsonları masaya yanaştılar sipariş aldılar. Şallı, Almancı olan ama Zürih'te yaşayan abla masanın donatılmasını eksik olmamasını lisanı münasiple, 70’lerin Türkçe vurguları ile izah etti.

"Bol soğanlı, bol yeşillikli. Salata bol olsun. Etler iyi pişsin. Hadi sizde söyleyin bir şeyler" deyip kimsenin bir şey söylemesine müsaade etmeden masaya hakim olduğunu hepimize duyurdu. Frank 31,61…

Tüm bunlar hızla olurken stud küpeli garson ablasına ulaştı. Abla bak seni kimle tanıştıracağım diye mutlu bir tonda Zürihli ablaya telefonu ulaştırdı. Cenevre uzak olduğundan sesi anlamakta zorluk çekiyorduk. Fakat Zürih bize daha yakın olduğundan tüm diyalogları naklen izleme fırsatımız oldu.

Hemşire kızımızın çalıştığı üniversite, Cenevre'deki gölde yapılan ışık ve su gösterileri, üç aylık rutin sağlık taraması için gidilen Cenevre'den hatıralar falan...

Yazar abla yazmaktan konuşmayı azaltmış olacak ki ona çok söz düşmeden hat kesildi.

Tabii garsonlar uyanık, kişiliği çözdüler ve güçlü tekliflerini ablaya yaptılar.

Abla şöyle ışıklı, fişekli, yanar dönerli bir menünüz var çok özel müşterilerimize hazırlıyoruz. Size de yaptıralım mı? deyince kadın tekrar tüm lokantaya göz gezdirip hepimizin duyacağı bir ses tonunda.

"Hayatta en sevmediğim şey gösteriş. Yok katiyen istemiyorum ne o öyle görgüsüzler gibi" dedi ya la...

Hepimizin zaman zaman farkında olarak ve isteyerek yaptığımız ama yüzümüze söylendiğinde ise katiyyen kabul etmediğimiz şeyler var ya işte onlar geldi aklıma o anda....