Hafta sonları dikkatimi çekiyor, ülkemizde, büyük takımların maçları hariç statlar bomboş. Süper Lig’de Anadolu takımları ve İstanbul’daki semt takımlarının oynadığı maçlar içler acısı.

2. Lig’de ise sadece içler acımıyor, dışlar da acıdan gözyaşı döküyor. Alt ligleri takip edemiyorum ne haldeler acaba.

Almanya ve İngiltere’de tüm statlar ziyadesi ile dolu. İtalya ve İspanya ise ha keza. 85 milyonun katıksız 50 milyonunun sevgilisi Futbol ayrılık acısı çekiyor ülkemde. Neden diye sorsam şimdi herkes tek yürek “para yok” diyecek eminin.

Biz de tüm yollar Roma’ya değil ‘Para’ya çıkar. Stilimiz bu. Yetersizlik ve başarısızlıklarımızı, mutsuzluğumuzu yokluğa bağlarız. Havale kültürünün yansımasıdır bu. İyi transfer yok bu sene. Niye? Para yok…

15 günde bir şehrinin takımını görmeye niyet ettirmeyen bir yokluk bu. Bir bezginlik. Negatif ruh hali.

1978 dünya kupasından bu yana maç seyrediyorum. Kempes‘li, Ardiles’li Arjantin seyircisi ve futbolcuların ateşli sevinme halleri gözümün önünde. Biz TV’den futbol seven bir toplumuz bunu unutmayalım. Büyük oğlum Buenos Aires’te yaşıyor geçen Boca maçından bir video gönderdi baktım adamlar hala 78 ruhunu taşıyorlar.  Gol olunca hurra alt tribüne yokuş aşşağı salınmış kamyon gibi akın ediyorlar. Bu tip bir Show bana fazla ağır geliyor yaşımdan mıdır nedir… Ben “You’ll never walk alone” tarzı işleri seviyorum. Atak yaparken atağa kalkan seyirci modeli.

Geçen sene maratondan aldığım ki keşke almasaydım dediğim kombine yerimden bir türlü keyifle maç seyredemedim. “Çocuklar oturalım, atak yaparken biz de hızla saldırırız” dediğim önümdeki kitle ki bırak oturmayı sandalyelerin en olmaz yerlerine yani üstlerine ayaklarını basarak maç seyrediyorlardı bana dönüp sadece baktılar ve aynen omuz omuza yollarına devam ettiler. Manasız bir bakıştı bu. Devre arasında biri “Abi biz bütçe olarak bunlardan çok gerideyiz yaa böyle bağırmazsak maçı kazanmamız imkansız” diye bir cümle kurdu. Yine yokluk baskısı…

1951 yılında Adaletspor’a gelen Arjantinli Oscar Garo ülkemizin bir yabancı oyuncu mezarlığı olacağını düşünmemiştir diye düşünüyorum. Zira yabancı oyuncu habitatı ülkemizde onunla başladı. 124 ayrı ülkeden yüzlerce futbolcu şiş kebabbb, ayrannn, pideee çog güzellll diye ayrıldılar takımlarından. Curaçao’dan Burkina Faso’ya Haiti’den Martinik’e kadar büyük dünya karmasını biz oluşturduk futbolda. Pakistan’ dan Abdul Cabbar Mersin’de İdman yapıp Yurduna döndü mesela bir tantuni sonrası..Siearra Leone’den Musa Kallon ise Van’da kahvaltı.

Sisse, N’diaye, Sisokko; bu üç büyük Afrika kabilesi bir futbolcu mutlaka gönderdiler ligimize. Adamlar kalabalık, bir ünlüye 10 yan sanayi düşüyor. Diego’lar topluluğu var bir de. Ya Roberto’lar.

Bir sene yine o sene Nilsen geldi Fenerbahçe’ye sarı saçlı, mavi gözlü Nilsen. Lost dizisindeki Sowyer gibi saçları ile oynuyordu oyunu. Aaa bir de ne görsünler bu Nilsen O Nilsen değil. Ne idirsen Nilsen. Müdayit transferi olduğu belli, adına bakmadan soyadı ile almışlar sarı saçlı diye mazlumu adamın ne suçu var.

Eee sonuç. Hep o hakemlerin yüzünden. Onlardan ötürü bu hali pür melalimiz.

Popülist yaklaşımlar, karmaşık çözümler, baba parası gibi denetimsiz savrulan milyonlar. Hesabı tutulmadan yapılan hesap hataları. Gerçekten yok muydu? Yoksa var yok mu edildi bilinmez.

Ama bilinen bir şey var o da keyifli anlarımızın çalındığı. Farkında değiliz. Suçlu arayışımız devam ediyor.

Bu arada ortada hiç suçlu yok. Tıpkı paranın olmadığı gibi.