Günümüzde tartışılan devletin adalet tesisi ve zafiyeti bize çok yabancı olmayan, bu toprakların her dönem tanık olduğu ve çözemediği ağır bir beceriksizliktir.

Biz bu konuda şerbetliyiz. Benzer savrulmalar ve dağınıklık 16.Y.Y’da İstanbul başta olmak üzere Anadolu’da ziyadesi ile yaşanmıştır.

Prof. İnalcık bu dönemi Devlet-i Aliyye kitabında Tagayyür ve Fesad (Bozuluş ve Kargaşa) olarak tanımlıyor.

Anadolu’daki kargaşa ve yoksulluk nedeniyle topraklarını terk eden köylüler, İstanbul’a gelerek bekar odalarında yaşamaya başlayınca şehirde cinayet ve soygunlarda gözle görülür bir artış oluşmuş ve Kanuni’nin köklü önlemler almasına yol açmıştır. Hatta kitapta şöyle bir cümle geçiyor “Padişah bu sığıntıları şehir dışına sürmeyi düşünmüştür.” ( Devlet-i Aliyye 2. Cilt sayfa 8)

Dengesiz Göç ve oluşan fakirlik; gelir dağılımındaki adaletsizlik, emeğin sömürüsü, nihayet cehalet… Vahşi şiddetin rahmi.

Günümüzde oluşturulan büyük şehirler, parlatılan ekonomik lokal alanlar, toplumun ani hareketliliğine sebep olmuş, köy ve mahallelerinden hızlıca ayrılan bu insanlar gittikleri yere bırakın uyum sağlamayı, kendi güdük kültürlerini oraya taşıyarak hatta bunu maharet sayarak medeni entegrasyonu yerle bir etmişlerdir.  Medeniyet ve Medeni aynı kökten türemiş kelimelerdir yani “Şehir”li olmak. Heyhat.. Medeni değil madeni para kadar ucuz ve basit.

Bunun planın bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Zira ucuz iş gücü, çaresiz insanların sırtından sağlanabilirdi. Büyük Anadolu sürgünü bu komplikasyonun adı. Sürgün ayarları bozdu. Asgari ücrete hapsedilmiş milyonların psikolojisi bozuldu, çürüdü. Ülkede tuhaf şeyler oluyor. Kent gettolarında büyüyen sesiz ve tehlikeli bir nesil, nefret ve kin biriktiriyor. Silahlı, motosikletli, kapüşonlu psikopat timler türedi. Toplumun korunmasız Kadın ve çocuklarına akla hayale gelmeyen saldırılar oluyor. Duyduklarımız, bize gösterilenler, çürümenin ya başlangıcıysa. Hep övündüğümüz, toz kondurmadığımız, toplumsal kimliğimiz bozuluyor. Güvendiğimiz dağlara karlar yağdı.

Bizi yalnızlığa, ürkekliğe, endişeye sürükleyen bu vahşi dalgayı yok etmemiz gerekiyor.

İnalcık; o dönem yaşanan göç, sosyal ve askeri değişim sonucu “Zengin tımarlar, zeamet ve hasların, merkezde saray mensupları tarafından, uydurma bazı hizmet adlarıyla yağma edilmeye” başlandığını, nüfuzlu kimselerin tımar ve zeametleri “arpalık” adı altında cebe indirdiğini; hatta molla, paşa ve harem hatunlarının “paşmaklık ve arpalık” toplamak için “voyvoda veya mütesellim “ tayin ederek halkı soyduklarını söylüyor. Acıma yookkk.

Tam bu noktada çürümenin halktan devlete veya devletten halka doğru yürüdüğünü gözlemliyoruz yani o dönem için.

Şimdiki çürümenin ise yönü, şiddeti ve çapı hepimizin gözü önünde.

Unutmayalım şalter atınca müdahale edilmezse difrizde her şey çürür.

Haftanın Kitap Tavsiyesi: DEVLET-i ALİYYE / Halil İnalcık